10 Haziran 2008 Salı

koşma/ Neyzen TEVFİK


Dudağında yangın varmış dediler,
Tâ ezelden yayan koşarak geldim.
Alev yanaklara sarmış dediler,
Sevdâ seli oldum; taşarak geldim.

Kapılmışım ak oduna bir kere,
Katlanırım her bir cefâya, cevre
Uğraya uğraya devirden devre
Bütün kâinatı aşarak geldim.

Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü.
Ben gönlümü sana verdim götürü.
Sana meftûn olduğumdan ötürü
Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim.

bu da bir insan mıdır?/ Primo LEVİ


Güven içinde yaşarsınız
Ilık evlerinizde,
Bulursunuz, akşam döndüğünüzde,
Sıcak aş ve dost yüzler:
Düşünün bu da bir insan mıdır
Çamurlarda çalışır
Barış nedir bilmez
Savaşır bir dilim ekmek için
Kal de kalır öl de ölür.
Düşünün bu da bir kadın mıdır,
Ne saçı var ne adı
Hiçbir şey anımsayacak gücü yok,
Gözleri bomboş ve kucağı buz kesmiş
Bir kış kurbağası gibi.
İyice kafa yorun bu konuda:
Size söylüyorum bu sözleri.
Çıkarmayın onları kalbinizden
Yuvanızda, sokakta,
Yatarken kalkarken;
Yineleyin onları çocuklarınıza,
Yoksa yıkılsın eviniz başınıza,
Hastalıklar sakat bıraksın,
Dilerim çocuklarınız bakmaz bir daha yüzünüze.


Çeviren : Tuğrul Asi BALKAR

4 Haziran 2008 Çarşamba

küllendi sana olan aşkım/ Yevgeni YEVTUŞENKO



Küllendi sana olan aşkım - bayatladı yaşam benzeri
Çözüldü ölüm gibi, içler acısı bir öyküydü
Koparıp atsam bu acımasız aşk şarkısının telini
İkiye parçalasam gitarı - sürdürmek niye bu güldürüyü!


Ne var ki o küçük o tüylü canavar anlamıyor
Neden daha karmaşık yaptığımızı yalın olan her şeyi
Ben alınca içeri koşup senin kapını tırmalıyor
Ama benim kapımı tırmalıyor sen alınca içeri.


Çıldırabilir insan böyle koşturmaktan, gerçekten
Biliyorum daha çok küçüksün, küçük duygusal bir köpek,
Ama duygusal olmaya da karşıyımdır ben.
Neye yarar son perdeyi uzatıp işkenceyi sürdürmek?


Güçsüzlük değil suç demeli duygusallığa aslında
Yumuşayınca yine barışmaya söz verilir
Sonra homurtular yeni bir gösteri için daha
Tadı tuzu kalmamış "Aşkın kurtuluşu için" denir.


Daha en başta tazeyken korunmalıdır aşklar
Atmalı o aşk dolu "Daima!" ve o çocuksu "Asla!"ları,
"Söz vermeyin!" diye bağırıyordu trenler,
"Söz vermeyin!" diye mırıldanıyordu telefon telleri.


Yarı çatlak ağaç dalları ve duman karası gökyüzü
Uyarıyordu bizi, ama haberleri yoktu onların,
İyimserliği yalnızca öğretilmemiş yalınlık gördüğümüzü,
Ve büyük olmadığı zaman daha güvenli olduğunu umutların.


Ayık kalmak gerekir ve tartmalıdır ayık kafayla
İlişkinin değerini, benimsemeden önce-zincirin öğretisidir,
Söz vermemektir göklere ama hiç değilse vermektir toprağa,
Söz vermemektir ölüm ayırana kadar, ama hiç değilse bir yaşam vermektir.


"Seni seviyorum" demeli insan aşık olunca.
Çok acı oluyor sonra aynı ağızdan duymak yıkılışını
Yalanlarla, küçümsemelerle ve alaylarla
Ve bunlardır aldatmacaya döndüren kusursuz sandığımız dünyayı.


Farkına varmaz aşkın insan.
Söz vermemeli ve en iyisi
Öyleyse neden çekeriz insanı, atlarmış gibi yalan seline
Uçup gidene kadar elbette güzeldir imgesi.


Aşık olmamak en iyisi, bilmeliyiz, aşk varmaz bir geleceğe .
Uyuyup duruyor zavallı köpeğimiz, yeter bizi delirtmeye,
Bir senin kapını tırmalıyor patileriyle bir benimkini
Artık sevmiyorum seni; ama niyetim yok senden af dilemeye


Sevmiştim bir zamanlar; bunun için işte, bağışla beni.


Çeviri: Özdemir İNCE - Yusuf CEMALİ

29 Mayıs 2008 Perşembe

sen/ Nazım Hikmet RAN



En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..


N.Hikmet - 1933

28 Mayıs 2008 Çarşamba

aldatmam kendimi/ Sergey YESENİN



Aldatmam kendimi,
Sıkıntılı yüreğimde kaygı pusulandı.
Neden adım şarlatana çıktı?
Neden serseri diye anılıyorum?

Haydut değilim, ormanda soygunculuk etmedim.
Hapishanede yatan bahtsızları kurşuna dizmedim.
Ben sadece karşıma çıkanlara
Gülümseyen sokak çapkınıyım.

Moskovalı hovarda, kabadayının biriyim,
Bütün Tverskoy mahallesinde
Kuş gibi yürüyüşümü
Bilmeyen sokak iti yok.

Uyuz beygirlerin tümü,
Beni görünce kafa sallar.
Hayvanların en iyi dostuyum,
Şiirlerim tet tek hayvan, ruhların şifası...

Silindir şapkayı başıma takarsam - kadınlar için değildir,
Anlamsız tutkulara kalbim kapalı,
İçindeki hüznü yatıştırınca
Kısrağıma arpanın altınını sunmak isterim.

İnsanlarla dostluk kurmadım,
Başka bir âleme adadım kendimi.
En iyi kravatımı rasgele
Sokak hoşhoşunun boynuna dolamaya hazırım.

Artık dert edinmeyeceğim kendime,
Güçlü kalbimde karanlıklar dağıldı.
Bunun için şarlatan diye anıldım,
Bu yüzden adım serseriye çıktı.



Çeviri: Nihal Yalaza TALUY

17 Nisan 2008 Perşembe

balkon/ charles BAUDELAIRE


Hatıralar annesi, sevgililer sultanı
Ey beni şad eden yâr, ey tapındığım kadın
Ocak başında seviştiğimiz o zamanı
O canım akşamları elbette hatırlarsın
Hatıralar annesi, sevgililer sultanı

O akşamlar kömür aleviyle aydınlanan
Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen
Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman
Ne söyledikse çoğu ölmeyecek şeylerden
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan

Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları
Kainat ne derindir, kalp ne kudretle çarpar
Üstüne eğilirken ey aşkımın pınarı
Sanırdım ciğerimde kanının kokusu var
Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları

Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece
Seçerdim o karanlıkta göz bebeklerini
Mest olur, mahvolurdum nefesini içtikçe
Bulmuştu ayakların elerimde yerini
Kalınlaşan bi duvardı aramızda gece

Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak
Yeniden yaşadığım, dizlerinin dibinde
O mestinaz güzelliğini boştur aramak
Sevgili vücudundan, kalbinden başka yerde
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak

O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler
Dipsiz bir uçurumdan tekrar doğacak mıdır
Nasıl yükselirse göğe taptaze güneşler
Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır
O yeminler, o kokular, sonu gelmez öpüşler



Çeviri: Cahit Sıtkı Tarancı

______________________________________________________

16 Nisan 2008 Çarşamba

liliciğim/ vladimir MAYAKOVSKİ


(Mektup yerine)











Tütün dumanı kemiriyor havayı.
Oda
Kruçyonıh'ın Cehennem' inden bir bölüm gibi.
Anımsıyor musun
İlk kez
ardında bu pencerenin
tutkudan çıldırmışçasına
okşamıştım ellerini.
Şimdi
oturuyorsun aynı yerde,
yüreğin
demirden bir kılıf içinde.
Ve yarın
paralayan sözlerle
kovacaksın belki beni
Ve loş antrede
uzun süre
titreyişlerle sarsılan bir kol
bulamayacak
ceketteki yerini.
Çıkacağım, ezilmiş.
Fırlatacağım vücudumu sokağa.
Yabanıl
çılgın
umutsuzlukla paramparça.
Hayır
gerek yok buna,
sevgilim,
biriciğim,
gel
vedalaşalım şimdiden.
Ağır bir gülle gibi
aşkım
nereye kaçarsan kaç
asılıdır sana
nasıl olsa.
Bırak
son bir haykırışla uluyayım
horlanmışlığın acı yankısını.
Çalışmaktan
anası ağladığında öküzün
gider
salar kendini soğuk sulara.
Aşkından başka
deniz yok bana,
ve gözyaşları da
bir erinç
koparamıyor ondan.
Yorgun fil
sessizliği aradığında
yatar
kızgın kumlara saltanatla.
Aşkından başka
güneş yok bana.
Ve bilmiyorum bile
neredesin şimdi ve kiminle.
Eğer
bir başka şair olsaydı
böylesine üzdüğün,
onarırdı acısını
parayla ve ünle.
Fakat
sevinç vermiyor bana hiçbir çınıltı
senin sevgili adının
çınıltısından başka.
Atmayacağım
bir boşluğa kendimi,
zehir içmeyeceğim.
Ve dayayıp
şakağıma namluyu
çekmeyeceğim tetiği.
Ağzı hiçbir bıçağın
bakışların kadar senin
kesemez beni.
Yarın unutacaksın
seni taçlandırdığımı,
ve yakıp tükettiğimi
çiçeklenmiş bir ruhu
aşkla.
Ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı
dağıtacak
sayfalarını kitaplarımın.
Sözlerimin kurumuş yaprakları mı
durduracak seni
çırpınan soluğuyla.
Bırak hiç değilse
son bir sevgi dalgası sereyim
beni bırakıp giden adımlarının altına.

Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU

11 Nisan 2008 Cuma

sonsöz/ vladimir MAYAKOVSKİ


Sizi düşündüm de yazdım
Bütün bunları
Bahtıkara sıçanlar !.

Acıdım evet size..
Göğsümde meme yok..
Yoksa
bir sütana gibi emzirirdim sizleri.
Kupkuru kesildim işte:
Vücutsuz bir vücudum tüm zaferlerimle.

Ama bu karşı-vücud’a karşı
Kim
Hangi çağ ve hangi ülkede
Bu insanüstü hür gelişmeyi
Sundu düşüncelere?
Ben.
Diktim gökyüzüne parmağımı
İki kere iki dört eder gibi ispat ettim:
“Tanrı bir hırsızdır !”

Bazen bana
Bir Hollanda horozu olmuşum gibi gelir
Yada Pskov kentinde bir hükümdar yada Çar.
Ama bazan da
Bütün bunlardan çok daha fazla hoşuma giden bir isimdir
Kendi ismim:
Vladimir Mayakovski.
1913

önsöz/ vladimir MAYAKOVSKİ


Siz evet siz
Hiç kavrayabilir misiniz
Niçin
Bunca alay ve küfür sağanağı altında dingin
Bir tabağa koyup da ruhumu
Gelecek yüzyılların şölenine sunduğumu?





Büyük meydanların sakalı uzamış çehresinden
Hiç bir işe yaramaz bir gözyaşı halinde akıp giden
Ben
Belki de
Son şairim.

Ve bilmenizi isterim
Nasıl
Salınır da salınır çakıllı yollarda
Ve teli üzerinde dalların
Yüzü sıkıntıyla boydan boya yarılmış
Ve hep kaçan ırmakların bol köpüklü enselerinde nasıl
Demirden ellerini kemirtir köprülere
Ve gökyüzü nasıl
Gürüldeyen gürültülerle
Döker o sonsuz gözyaşlarını
Ve küçük buluttaki kocaman ağzın kıvrımında nasıl
Ufacık bir alaycı gülümseyiş belirir:
Cici bir bebek beklerken
Tanrı’nın
Karnından biçimsiz sakat bir oğlanı
Çıkarıp fırlattığı bir kadın gibidir.

Kızıl saçlar arasında tıknaz bodur parmaklar
Arılara özgü bir süreklilikle okşadı sizi hep güneş.
Ruhunuz var mı sizin?
Ruhunuzda öpücük yağmuru altında bir esir
Bakın işte başını almış gitmektedir.
İşte ben
Sıyrılıp her türlü dehşetten
Gün ışığının nefretini çağdan çağa taşıyan ben
Demirden kirişler halinde gerilmiş ruhumla ben:
İmparatoru lâmbaların!
Gelin
Hepiniz için yerim var!
Sessizliği paramparça eden kim
Benim
Ve benim güneşim boğucu kementlerine başkaldırıp haykıran

Şimdi de sözcüklerle
Hani o basit
Hani o öküz böğürmelerini andıran
Sözcüklerle ben
Yeni ruhlarımızın yaylarını titreten ruhlarımızı
Parmaklarımla şöyle bir dokunacağım başlarınıza
O kadar
Ve dudaklar bitecek dokunduğum her yerden
En büyük öpüşlere uygun dudaklar
Ve bir dil fışkıracak
Tüm halklara geçerli bir dil
Yürekten
Aksak ruhumla ağır ağır
Tahtıma ilerleyeceğim
Eldendüşme göklerden yontulmuş yıldız deliklerle süslü tahtıma
Kurulup yerleşeceğim
Pırıl pırıl
Üzerimde tek ziynet tembellik olacak
Ve sahici gübreden en yumuşak minderler kıçımın altında
Kurulup yerleşeceğim
Ve rayların dizlerini okşamaktan usanmış lokomotif tekerleri
Gelip sevgiyle boynumu okşayacak.

9 Nisan 2008 Çarşamba

amerika/ allen GİNSBERG

Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim
17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmi-yedi sent.
Kendi kafam bile destek değil bana.
İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika?
Al şu atom bombanı kıçına sok.
Kafam bozuk, Amerika, bir de sen üstüme varma,
Kafam yerine gelene dek şiir miir de yazmayacağım.
Söyle bana Amerika ne zaman melekleşeceksin sen?
Ne zaman anadan doğma olacaksın
Ne zaman bakacaksın mezarlıktan Amerika?
Ne zaman milyonlarca troçkistine yakışır olacaksın?
Amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu?
Amerika, Hindistan'a yumurtaları ne zaman yollayacaksın?
Amerika bu senin kılı kırk yarmalarından bıktım artık.
Ne zaman süpermarket'e gidip, şu güzel gözlerim için
gerekenleri alabileceğim?
Amerika, her şeyin bir yana, eksiksiz olan bir sen varsın
bir de ben, öbür dünya değil.
Şu makinalarına da dayanasım kalmadı Amerika, bil.
Bende bir ermiş olma isteği uyandırdın.
Bu tartışmayı çözmek için bir başka yol olmalı.
Burroughs şimdi Tanca'da, sanmıyorum ki geri dönsün
Korkunç bir şey olurdu bu.
Sen de korkunç musun Amerika yoksa bir oyun mu bu?
Saplantımdan döneceğimi sanıyorsan aldanıyorsun.
Öyle üstüme varma Amerika, ne yaptığımı biliyorum ben.
Amerika, erikler çiçek döküyor.
Aylardır gazete okuduğum yok, her gün
cinayetten birisi Kodesi boyluyor.
Amerika, Wobblie'lere tutkunum ben.
Küçükken komünisttim Amerika, özür mözür de dilemiyorum
şimdi her fırsatta esrar çekiyorum.
Günlerce evde oturup iş olsun diye kilerdeki gülleri seyrediyorum.
Chinatown'a gittiğimde kafayı çekiyorum ölesiye,
ama hiç kimselerle yatamıyorum.
Bu işin içinde bir şamata olduğunu sanıyorum.
Ah! Sen beni Marx okurken görmeliydin Amerika.
Ruh doktorum hiçbir şeyin yok diyor.
Hiçbir şeyim yok gerçekten, Tanrı' ya yakarma dahil.
Mistik görünümlerim ve kozmik titreşimlerim var yalnız.
Amerika, daha sana Max Amcam Rusya'dan döndükten sonra
ona yaptıklarından söz açmadım.
Sana sesleniyorum Amerika.
Heyecanlarının daha Time eliyle yönetilmesine göz yumacak mısın?
Ben Time'a tutkunum Amerika
Her hafta bir tane alıp okuyorum
Köşebaşındaki şekercinin yanından geçerken kapağı beni gözlüyor
Onu Berkeley Halk Kitaplığı'nın bodrum katında okuyorum.
Sana hep sorumluluktan söz ediyor. İş adamları ciddi.
Film yapımcıları ciddi. Herkes ciddi, ben hariç.
Zaman zaman Amerika ben değil miyim diye düşündüğüm oluyor.
Yeniden kendi kendimle konuşmaya başladım işte.
Asya bana karşı ayaklanıyor Amerika.
Bir metelik talihim yok.
En iyisi ulusal kaynakları inceleyip, onlara dönmek.
Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar,
binlerce cinsiyet organı, saatde 1400 mil hızla giden
bir özel basılmaz edebiyat ve yirmibeşbin tımarhane.
Cezaevlerinden ve beşbin güneş ışığı altında saksılarda
Yaşayan fakir fukaradan sözetmiyorum.
Fransa'daki kerhaneleri kaldırdım, şimdi sıra Tanca'da.
Katolik olmasına katoliğim ama gene de Başkan olmak istiyorum.
Amerika senin bu alık ve çılgın havanda nasıl kutsal bir yakarma yazabilirim?
Dörtlüklerime Henry Ford gibi devam edeceğim,
yazdıklarım onun çıkardığı otomobiller kadar
kişisel, üstelik her biri değişik cinsiyetten.
Amerika dörtlüklerimi peşin para 2500 dolardan satarım sana,
eski dörtlüklerimi de 500 eksiğine alırım.
Amerika Tom Mooney'i serbest bırak.
Amerika İspanyol cumhuriyetçilerini kurtar.
America Sacco ve Vanzetti ölmemeli. Amerika ben Scottsboro çocuklarıyım.
Amerika, yedi yaşımdayken anam hücre toplantılarında götürürdü beni,
orda bize leblebi satarlardı, bir karneye bir avuç leblebi
beş sent ve söylev beleşti
herkes bir melekti orda Amerika ve işçiler karşı iyi
duygularla doluydu herkes içtendi Amerika ve bilemezsin
parti 1833'de nasıl iyiydi ve Scott Nearing ne hoş
bir ihtiyardı Bloor Ana bir seferinde nasıl da ağlatmıştı
beni bir kez İsrael Amter'i görmüştüm orda.
Her biri birer casus olmalıydı onların.
Amerika biliyorum gerçekten savaşmak istemiyorsun.
Amerika onlar rus haydutları biliyorum.
Ruslar onlar Ruslar ve Çinliler. Ve Ruslar. Ve Ruslar.
Rusya bizi canlı canlı gövdeye indirmek istiyor.
Lüpletmek istiyor. Gücünde çılgına dönmüş Moskof.
Elimizden arabalarımızı ve garajlarımızı almak istiyor.
Chicago'yu ele geçirmek istiyor. Onun kızıl Reader Digest'a İhtiyacı var.
Bizim otomobil fabrikalarımızı Sibirya'ya taşımak istiyor.
Benzin istasyonlarımızı o büyük iğrenç bürokrasi yönetsin istiyor.
İyi bir şey değil bu.
O kızılderililere okuma yazma öğretmek istiyor.
Onun güçlü kuvvetli zencilere ihtiyacı var.
Bizi günde on-altı saat çalıştırmak istiyor.
İmdat.
Amerika bu iş ciddi.
Amerika ben bunları televizyona bakarak çıkarıyorum.
Amerika doğru mu bunlar ?
Hemen çalışmaya başlasam iyi olacak, öyle görülüyor.
Ama orduya yazılmak istemiyorum, ne de fabrikalarda tasviye tekerleği çevirmek,
miyobun biriyim, üstelik kafadan çatlak.
Amerika dönsün çark. Nasılı masılı yok. Şu oğlan omuzlarımızla dönsün.

vazgeçtim bu dünyadan/ william SHAKESPEARE

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e,
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

1 Nisan 2008 Salı

bırakıp gittin beni/ louis ARAGON

Bırakıp gittin beni bütün kapılarda
Bütün çöllerde tek başıma kodun
Şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
Vardığım hiç bir yerde değildin
Sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
Hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
Denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
Seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği

Bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
Her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
Düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
Yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
Düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden

Başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
Bana bakıp görmediğin için
Ben yokken içini çektiğin için

Ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen

güzde unutulmuş/ pablo NERUDA


Saat yedi buçuğuydu güzün
Ve ben bekliyordum
Kimi beklediğim önemli değil.
Günler, saatler, dakikalar
Bıktılar benle olmaktan
Çekip gittiler azar azar
Kaldım ortada, tek başıma


Kala kala kumla kaldım
Günlerin kumuyla, suyla
Bir haftanın artıklarıyla kaldım
Vurulmuş ve hüzünlü

Ne var, dediler bana Paris'in yaprakları
Kimi bekliyorsun?
Kaç kez burun kıvırdılar bana
Önce ışık, çekip giden
Sonra kediler, köpekler, jandarmalar

Kalakaldım tek başıma
Yalnız bir at gibi
Otların üstünde ne gece, ne gündüz
Sadece kışın tuzu

Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana
Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi
Düştüler son yapraklar
Ne önceleri, ne de sonra
Hiç böyle yalnız kalmamıştım
Bu kadar
Ve kimi beklerken olmuştu
Hiç mi hiç hatırlamam.

Saçma ama bu böyle
Bir çırpıda oldu bunlar
Apansız bir yalnızlık
Belirip yolda kaybolan
Ve ansızın kendi gölgesi gibi
Sonsuz bayrağına doğru koşan.

Çekip gittim, durmadım
Bu çılgın sokağın kıyısından
Usul usul, basarak ayak uçlarıma
Sanki geceden kaçıyor gibiydim
Ya da karanlık, kükreyen taşlardan

Bu anlattıklarım hiçbir şey değil
Ama başıma geldi bütün bunlar
Birini beklerken, bilmediğim
Bir zamanlar.

31 Mart 2008 Pazartesi

öyledir öyle başlar/ boris PASTERNAK


İnsan iki yaşında da öyle başlar işte
Ezgilerin karanlığına sıyrılır kucaklardan,
Cıvıl cıvıl cıvıldar, mırıldar bir süre,
Derken, üçüne doğru, sözler dökülür ağzından.

Öyledir işte, yavaşça başlarsın anlamaya,
Kapılıp bir türbinin büyük gürültüsüne,
Sen misin bu, bir başkası mı yoksa,
Yabancılaşmıştır evin, bir gölgedir annen de


Bu zalim leylâk parıltısının nedir derdi?
bu dökülen, bu inen bir park kanepesine,
Nedir ? çocukları kaçırmak gibi bir şey mi?
Öyledir işte, kuşlar öyle doluşur içine

Arttıkça artan kıvamını bulan acılardan :
Yüreğinde ulaşılmayanın özlemi, uzak yıldızlar,
Faust gibi olduğun, kafan bulandığı zaman
Öyledir, öyle başlar çingene çalgıcılar.

Uçaraktan yüce yüce gök katlarından
Çevrili alanlar görürsün, evsiz topraklar,
ve denizler bir iç çekiş kadar ansızın,
İşte tıpkı öyle doğar heceler ve uyaklar.

Yulafların üstünde, sırtüstü, yaz geceleri,
yakarır durur : her şey yerini alsın diye,
Sakınarak gözünden şafağı ve evreni
Öyle olacaktır, öyledir dalaşımız güneşle.

Öyledir, öyle başlar yaşamak, dizelerle.

Çeviren: Cemal Süreya

ozanın aşkı/ alain BOSQUET

Bir ozan seviyor sizi
dişi bir meşe olmak
hakkı tanıyor size
yüz tapınaklı bir ırmak
gezgin bir kuyrukluyıldız
bir ozan seviyor sizi
alıştırmak için sizi
kenar mahallelerine
siz olacak evreni
bir ozan seviyor sizi
ve sorumlu tutuyor sizi
çok uzun bir sonsuzluktan
uysal tanlardan
uçan balıklı göllerden
bir ozan seviyor sizi
ve her şey izinli size
mutlu böcek
kutsalın kutsalı günah
bir ozan öldürüyor sizi
daha çok sevmek için
sizinle besleyeceği sözcükleri

Çeviri : Özdemir İNCE

30 Mart 2008 Pazar

cenaze blues/ Wystan Hugh AUDEN

Tüm saatleri durdurun, telefonu kesin,
Köpeği havlatmayın arkasında sulu bir kemiğin,
Piyanoları susturun, ve çalarken boğuk sesli davullar
Tabutu çıkarın dışarı, gelsin yas tutanlar.

Uçaklara inleyerek daireler çizdirin göklerde
Yazarken bu haberi, "O öldü." diye,
Siyah fiyonklar takın beyaz boyunlarına güvercinlerin,
Trafik polislerine siyah eldivenler giydirin.

O benim Kuzey'imdi, Güney'imdi, Doğu'mdu ve Batı'mdı,
Çalışma haftam ve Pazar rahatımdı.
Öğlem, gece yarım, konuşmam, şarkım;
Sevgi sonsuza dek sanırdım, yanıldım.

Yıldızlar artık gereksiz, söndürün hepsini
Ay'ı paketleyin, parçalayın Güneş'i
Dökün okyanusu, süpürün ormanı
Artık hiçbir şey güzelleştiremez hayatı.

Çeviri: Hande TEKİN

bir kedinin günlüğüne/ ZAHRAD

Mahallede on kedi varsa
Biri sensin

Yüz kedi varsa
Biri yine sen
- Ama bu kez yüzde birsin -

Oysa okşadığım - tek bir kedi -
O kedi
Yüzde yüz sensin


Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

29 Mart 2008 Cumartesi

o ve ben/ sait faik ABASIYANIK

Sana koşuyorum bir vapurun içinden
Ölmemek, delirmemek için.
Yaşamak; bütün adetlerden uzak
Yaşamak.
Hayır değil, değil sıcak
Dudaklarının hatırası
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı.
Gözlerine bakmalıyım
Sesini işitmeliyim
Beraber yemek yemeliyiz
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, onsuz edemem
Bana su, bana ekmek, bana zehir
Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.

bir öpüyorsun ağzın şaraplaşıyor/ Rabindranath TAGORE

Aç kapını aç - sabahın eri girsin
Bu ıtır kokusunu kaldır yüreğimi dağlıyor
Aç kapını aç - bırak yakamı gideyim
Yeter bunca öptüğün
Bunca sarıldığın yeter
Bir öpüyorsun ağzın şaraplaşıyor
Eriyip kendimi yitiriyorum

Aç kapını aç - bırak yakamı gideyim
Geri ver beni - her şey senin olsun
Senin olsun - özgür kıl yüreğimi

denizin delisi/ özdemir ASAF

Unutmak mı?
Delisin...
Gitmesemde bekler orada deniz.
Gelirsem, bilmelisin
Benim beklememdir burada deniz.
Gitmek gibi geleceğim
Denizin delisine
Delinin denizi gibi
O ne kadar giderse...

yalnızlığın buzdan ayı/ metin ALTIOK

Islanmış taşlığında suskun bir bekleyişin
Yutar yalnızlığın buzdan ayını,
Akşamsefaları içinde karanlık gözlerin.
Döker çiçeğini sararan rengiyle,
Yaralı bir aşkla seğiren derin.
Ve aklın seni sürgüne gönderir
Yüzüne iğreti gelen isminle,
En yalnız köşesinde donmuş yüreğinin.

anı/ melih cevdet ANDAY

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma

Nerdeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma

Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma

Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken o dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma

Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Cağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil, unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma

otel odaları/ necip fazıl KISAKÜREK

Bir merhamettir yanan, daracık odaların,

İsli lâmbalarında, isli lâmbalarında.



Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış,

Küflü aylarında, küflü aynalarında.



Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam,

Kırık masalarında, kırık masalarında.



Bir sırrı sürüklüyor terlikler tıpır tıpır,

İzbe sofralarında, izbe sofralarında.



Atıyor sızıların çıplak duvarda nâbzı,

Çivi yaralarında, çivi yaralarında.



Kulak verin ki, zaman, tahtayı kemiriyor,

Tavan aralarında, tavan aralarında.



Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere,

Otel odalarında, otel odalarında!...

1927

kadınlar, ülkeler, denizler/ cahit KÜLEBİ

Gözlerin gözlerime değince
Su katılıyor rakıya
Denizler açılıyor önümde.

Üç çeşit deniz var bildiğim:
Birincisi süt liman deniz.
İlkgünün özenle okşadığı,
Gökyüzüyle kaynaşan deniz.

İkincisi dalgalı oynak,
Bir kedi gibi önce sokularak
Sonra tozu dumana katan deniz.
Balıklara beşik sallayan deniz.

Üçüncüsü volkansı dağlar...
Tüfek namlusundan menevişli,
Baştan başa gövdesi köpek dişli,
Kendi kendine savaşan deniz.
Anadolu dağları gibi kıraç,
Kış ortasında kurtlar gibi aç
Karanlığa uluyan deniz.

Senin gözlerin de öyle uzak,
Üç türlü denizde balkıyarak
Bütün yaşamımı alıp gitti.
Türküler yitirdim dağlarda.
Çiğdemleri rüzgar okşar ya,
Sarkar ya söğütler ırmağa
Rakıya su katılır gibi
Gözlerin başlar yansımaya

Gözlerin gözlerime değince su katılıyor rakıya,
Ülkeler de kadınlara benziyor,
Başlıyor yansımaya.

İşte güvercin kemikli kız!
Koca Fransa, Akdeniz...
Ve Almanya ki lahana, tütün,
Sokakları kan kokarken bir gün
Gençliğimi orada bırakıp geldim.
Oysa balık gibiydi Urzula Rayh
Bir sarı çiğdem gibi severdim.

23 Mart 2008 Pazar

trafik / Zafer Ekin KARABAY

kentin baskısı kaldı bize
ve ışıkları trafiğin
ya da kazası

oysa biz hep bir düş kazasında
yitirdik arkadaşlarımızı

karşıdan karşıya geçerken
eli bırakılan çocuklardık

o insan kalabalığındaki
son gülümsemesiydi annemizin

sonra hangi tarafa geçsek karşıda kaldık...

15 Mart 2008 Cumartesi

çalışmak yorar/ cesare PAVESE

Evden kaçmak için yolu geçmeyi
yapsa yapsa bir çocuk yapar
çocuk değil ki artık
bütün gün sokaklarda sürten bu adam
üstelik evden de kaçmıyor



Hani yaz ikindileri vardır
meydanlar bomboş uzanır batan güneş altında
geçip gereksiz bitkilerle bir bulvardan
durur yalnız adam.
Değer mi bunca yalnızlık gittikçe daha yalnız olmak için?
Boştur yollar meydanlar yalnız gezildiğinde.
Oysa bir kadın durdurmalı
konuşup da birlikte yaşamaya inandırmalı
yoksa hep kendisiyle konuşur insan. bunun için de
kimi vakit körkütük olur geceleri
ve anlatır durmadan anlatır yapıp edeceklerini.

Böyle ıssız meydanda bekleyerek
rastlanmaz elbette kimseye ama dolaşırken sokakları
durduğu olur insanın şöyle bir.
Olsalardı iki kişi başka olurdu ev
sokaklarda bile. Kadın olurdu değerdi dolaşmaya.
Gece kimsecikler kalmaz meydanda
Oradan geçen bu adam görmez
yararsız ışıklar içinden evleri
kaldırmaz artık gözlerini.
Kaldırımları dinler yalnızca
kendininkiler gibi nasırlı ellerin döşediği.
Doğru değil ıssız meydanlarda kalmak.
Mutlaka yolda olmalı o kadın
yalvarsan eve çeki düzen verecek
CESARE PAVESE

12 Mart 2008 Çarşamba

unutuş/ Octavio PAZ

Yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta
gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında.

Gömül vızıldayan sesin
düşen sesin halkalarına
ve uzaklarda yankılan
dilsiz bir çağlayan gibi,
davulların çalındığı yerde.

Bırak kendini karanlığa,
kendi etine gömül,
kendi yüreğine;
kemik, o mor şimşek,
kamaştırsın gözlerini, kör etsin,
mavi göğsünü göstersin akşam ışığı
körfezler ve gölgeli koyaklar arasında.

O sıvı karanlığında uykunun
ıslat çıplaklığını;
kıyıya kimbilir kimin bıraktığı
gövdeni, o köpük danteli unut.
Sonsuz kadın, yitir kendini
kendi benliğinin sonsuzluğunda,
bir başka denizle buluşan bir deniz gibi
unut kendini, beni unut.

Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar
o ölümsüz, o yalın unutuşta:
gecenin kızlarıdır yıldızlar.


Octavio PAZ
Çeviri:
Ülkü TAMER

11 Mart 2008 Salı

dünyayı taşıyor omuzların/ Carlos Drummond De ANDRADE

Bir gün gelir, "Tanrım!" diyemezsin artık.
Toptan bir temizlik zamanıdır.
Artık "Sevgilim!" diyemeyeceğin bir gün.
Çünkü boşunalığı kanıtlanmıştır aşkın.
Ve gözlerden yaş akmaz.
Ve ancak kaba işlere yarar eller.
Ve kuruyup kalır yürek.

Kadınlar boşuna çalarlar kapını, açmazsın.
Tek başınasındır, ışıklar söndürülmüş
ve karanlıkta parlar kocaman gözlerin.
Belli ki acı çekmeyi bilmiyorsundur artık.
Ve hiçbir şey istemiyorsundur dostlarından.

Kimin umurunda yaşlanmak, yaşlılık nedir ki?
dünyayı taşıyor omuzların
ve bir çocuğun elinden daha hafif dünya.
Savaşlar, kıtlıklar evlerde aile kavgaları
hayatın sürüp gittiğini kanıtlıyor
ve kimsenin özgür olamayacağını.
Bu gösteriyi acımasız bulanlar (o yufka
yürekliler)
ölmeyi yeğ tutacaklardır.
Bir gün gelir ölüm de işe yaramaz.
Bir gün gelir bir komut olur yaşamak.
Yalnızca yaşamak, hiç kaçış olmadan.


Carlos Drummond De ANDRADE
Çeviri:
Cevat ÇAPAN

yoldaki yalnız kadın/ Blaga DİMİTROVA

Bir sakıncadır, bir tehlikedir bu
hâlâ erkeklerin olan bu dünyada
yürümek yalnız başına.
Her dönemeçte bekler seni
pususu saçma rastlantıların.
Sokaklar yaralar seni
meraklı bakışlarla.
Yoldaki yalnız kadın.
Tek savunman senin
savunmasız olman.

Düşünmedin erkeği
dayanılacak bir destek gibi,
yaslanılacak bir ağaç gövdesi,
sığınılacak bir duvar gibi
düşünmedin erkeği.
Düşünmedin erkeği
bir köprü, bir tramplen gibi.
Yapayalnız çıktın yola
eşit koşullarda tanımak istedin
ve istemedin hiçbir şey erkeği sevmekten başka.

Uzaklara gidebilecek misin,
yoksa düşecek misin çamurlara?
Bilmiyorsun, direngensin ama.
Devirseler de seni yarı yolda
gene de bir yerlere varmış olacaksın
mutlaka.
Yoldaki yalnız kadın
Her şeye rağmen yürüyorsun
Her şeye rağmen durmuyorsun.

Hiçbir erkek
yalnız olamaz
bir kadın kadar.
Karanlıklar diker önüne
bir kapalı kapı.
Geceleyin hiçbir kadın
tek başına gidemez yolda.
Ama güneş, bir gardiyan gibi tıpkı,
açar uzayı sana
tan vakti.

Ama karanlıkta da yürüyorsun sen
çevrene korkuyla bakmadan.
Ve her adımın
bir güvenlik belgesidir
seni uzun süre korkutan
erkek için.
Adımlar çınlıyor taşlarda.
Yoldaki yalnız kadın.
En sessiz, en yürekli adımlar
aşağılanmış toprakta,
kendisi de yolda
yapayalnız bir kadın olan toprakta.

Blaga DİMİTROVA

Çeviri: Özdemir İNCE

çakıl/ Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar

Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.


Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

oza'dan/ Andrey VOZNESENSKİ

XIV

Selam Oza, evde, geceleyin
Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını
Senin soluğundur duyduğum ses.
Selam Oza!

Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç
Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
Selam Oza!

Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam Oza!


Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar
Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona.
Harcatmam onun, dokundurtmam kılına.
Selam Oza!

Yaşam bir bitki değilse aslında,
Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
Selam Oza!
Ne acı bu denli geç rastlamak sana
Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.

Karşıtlar getiriliyor bir araya
Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle.

Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.
İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.
İnan, ders olamayacak sana ölümüm.
İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.

Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep
Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
Şükür ki girdin yaşamıma.


Selam Oza!


Andrey VOZNESENSKİ

9 Mart 2008 Pazar

Acaba/ EDİP CANSEVER

Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten, oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya, büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık insansan eğer
Bir kaya Dalgalar yalarken onu
O bakarken kaskatı kalabalıklara
Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.


Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey
Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
Kedilerden örülmüş bir semtte
Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
Her şeyin, ama her şeyin çok dıştan farkedildiği
Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
Belki de genç bir şairden ödünç alınan.


Yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey
Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
Azıcık vakit kalmış
Ya da vakit var daha.
Ama ne çıkar
Gövdenin yazgıya başkaldırması mı
Ruhi Beyin
Başkaldırması mı yoksa?


Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi?
Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.

5 Mart 2008 Çarşamba

geyikli gece/ Turgut UYAR

Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Herşey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut dövüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

´Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı´
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli...

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin manastırda oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltuk altlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında..

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı...

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

´Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ay ışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayak ucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
´Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum´

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

hiçsizliğe/ Turgut UYAR

Tanrı sen ne kadar güzelsin
bir hiç olarak
ormansın belki bilmiyorum
belki ormanda bir ağaçsın şuncacık
bir pazartesi günüsün
insanları dupduru edemeyen
bütün karayollarında ve demiryollarında
gider gelirim bütün dünyada
ama biliyorum Kırşehir`de mezarsın
bir kilisesin Kapadokya`da
sözgelimi yumurtada zarsınustasın sabahları yapmada
en katı yoklukları koyarak insanın içine
akşamüstlerinde biraz gaddarsın
sular ve zamanlar kararırken
ne yapalım
bari bağışlayalım birbirimizi.

bıktım böyle.../ Turgut UYAR

Üç yıl sonra mıydı bilmiyorum
ama ekimin onbeşiydi biliyorum
ekimin onbeşiydi ama
ekimin onbeşinde ne oldu bilmiyorum
herkesin sular gibi dağıldığı ama
herkesin bir sur önünde miydik
bir yolda mı semtini bilmediğim bir karakolda mı
sonra topluca bir bahçede durduk



bıktım böyle sayrılıklardan
ateşim çıksa neyse ne
neyi bıraksam aklımdan bir suya karışıyor
bir büyük savaşda Kıbrıs kıyılarında
vurulan ve ölen bir askerin
çelik miğferi gibi
dipde ışıltısını görüyorum yalnız
elimi eteğimi çekiyorum bahçeden
sazlıklara vuruyorum belleğimi


zalim bir ilk yazdı ama yaşadığımız
işte bunu unutmamalı unutmamalı
bir ölüm nefes alırken bir dudakta
öbür bütün şeyleri nasıl anlatmalı
miğferin paslandığını usul usul
bir yangının söndüğünü ve
suların pırıl pırıl kaldığını
bir otobüs Mersin’den Mardin’e giderken
o zaman aşkınla dol kalbim
nerden ne kadar derlediysen o kadar
senin kendine seçtiğin alamet-i farika
uzun bir gece görünümünde geçerli hala

serseri/ Sergey YESENİN


SERSERİ


Islak süpürgesiyle yağmur süpürür
Döküntüsünü kırlarda söğütlerin.
Tükür yaprakları rüzgâr, öbek öbek tükür!
Ben de senin gibi bir serseriyim.

Tembel yürüyüşlü mandalar gibi
Sık ve mavi ormanlarda ağaçların da
Gömüp dizlerine dek gövdelerini
Böğürmeğe koyulmasını isterim.

....................................................
Rusya, ormanlar ülkesi Rusya'm benim!
Ben seni çığırmış olan tek ozan,
Nanelerle rezedelerle besledim
O hayvanî hüznü şiirlerimden taşan.

....................................................
Çoktan solup gitti başımdaki çalılık çoktan,
Şarkıların zindanında işte çürümekteyim.
Gönül sürgününde değirmen taşını mısraların
Döndür babam döndürmeğe mahkûm edildim.

Ama sen gene korkma tükür deli rüzgâr
Yapraklarla ört üstünü çimenlerin.
Bak bana hâlâ "şair" diyorlar
Oysa ben de senin gibi bir serseriyim.



Sergey YESENİN

Çeviri: Attila TOKATLI

tragedyalar IV/ edip CANSEVER


LUSİN
.................

STEPAN
Elini verir misin, elini?
Benim anladığımca sen
Bir başına yüceltmek istiyorsun kendini
Bu böyle olunca da, o zaman
Şaşırma bir gün mutluluk yerine
Daha hiç denenmemiş bir acıyla karşılaşırsan.

LUSİN

Bir acıyla.. daha hiç denenmemiş!.

STEPAN
Bak işte, en soylu isteklerle odama geliyorsun
Ve düşün, insanlığının en alımlı katında
Her şey bu kadar doğal, her şey bu kadar güzelken
Sorarım, neden böyle yabancı kalıyorum sana?

LUSİN
Bilemem ki Stepan..

STEPAN
Bak Lusin, çünkü ben sevmiyorum kadınları
Bu tuhaf alışkanlığı, bu gereksiz yakınlığı
Sense bencillik diyeceksin buna. Ya da
Bir zevk düşkünlüğü diyeceksin. Oysa hiçbiri değil..

LUSİN
Peki, ya nedir?

STEPAN
Olsa olsa bunca çıkmazı
Sürdürmek benimkisi bir zevk biçiminde boyuna
Ve yaratmak yeniden bütün iğrendiklerimi.

LUSİN
Kaçınılmaz bir yalnızlık seninkisi. Ayrıca
Katı, ilgisiz, iğreti...

STEPAN
Ve diyebilirsin ki Lusin, soyu kalmamış hayvanlar gibi
Öyle bir buz çağını yaşıyorum da
İçkiyle aşıyorum, içkiyle çözüyorum bu cehennemi.

LUSİN
Hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey istemeden gerçekte.

STEPAN
Belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
Doğarak acılarıma her an yeniden
Ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte.

LUSİN
Anlıyorum Stepan, ne var ki, ben de
Çıkmalı diyorum bu boğuntudan
Bu yanlış orospuluktan, bilmiyorum
Bana yardım edebilir misin? Daha doğrusu
Bir yol gösteren değil, bir uğrak
Olabilir misin bana?

STEPAN
Sadece bir anlaşma! Ne çıkar anlaşsak da biz
Ve bütün anlaşmaların dünyada
Sanırım bir anlamı var: yok gibiyiz hepimiz.

LUSİN
Öyleyse yalnız da değilsin sen. Ayrıca
Tutsaksın yalnızlığına Stepan.

STEPAN
Bunu yadsımıyorum ki Lusin. Yadsımıyorum da
Demek istiyorum ki, sen de yalnızsın benim gibi
Biz ikimiz de yalnızsak.. ve işte bu durumda
İki kişilik bir yalnızlık olmaz mı bizimkisi?
Yok sanki bir şey yapacak..

LUSİN
Belki de var.. ama nasıl?

STEPAN
Zorlasak mı acaba bizim olmayan
Görünmez bir mutluluğun yollarını
Her türlü acılarla yılmadan
Savaşsak mı geleceği kurtarmak için
Ama gelecek ne Lusin, bilmem ki
Bilsem bile ne çıkar, o zaman da ben neyim?

LUSİN
Düşündüm ben Stepan. Düşündüm daha önce de
Diyorum bir geneleve gitmeli
Hiç değilse bir karşıkoyma biçimi. Ve belki
O yalanlardan, o yalan ilişkilerden
Daha önemli bu, kim bilir

STEPAN
Bence bu kurtuluş yolu değil. Gerçi her şeyin hakkını vermeli.
Üstelik kaygılanmadan
Ama bir tükenme duygusu, ölümsü bir yılgınlık da
Olabilir seninkisi. Öyleyse karar vermeli
Bir çözüm yolu mu bu, değil mi?

LUSİN
Hep böyle baş eğmek mi? İstemiyorum bunu Stepan
Düşmeli bir çirkinliğin içine. Ve yavaş yavaş
Aşmalı çirkinliği.

STEPAN
Bak Lusin, şu da var ki, genelevse gideceğin yer senin
Zaten bir genelevde yaşıyor gibisin
Her türlü çirkinliğin içinde
Her türlü düşmanlığın, her türlü bencilliğin
İçinde anlaşıyorsun vuruşaraktan
Ve kırılaraktan durmadan
Öyleyse bir kurtuluş bu mu? Bana kalırsa
Ölümünü içinde taşıyan bir isyan.

LUSİN
İsyandı tanrıya başkaldırmak da. Öyleyse
Ben şimdi neye inanacağım
Yalnızsam, beni yalnız bırakan
Ve yalnız değilsem, kararsız bir yargıç olan
Başkalarına mı?
Yoksa kendime mi Stepan, ne dersin?

STEPAN
Korkunçtur, bana kalırsa adımıza
Hazırlanmış bir oyun var bizim
Hepimizi yalnız bıraktıkları bir oyun
Ve bilirler, insanlar yalnız kaldıkça
Konuştukları dil de değişir
Sonunda hiç anlaşamazlar. Öyle ki
Bir zaman parçası içinde, bir durumun
Değişmez akışında, tekdüze
Kalırlar bir sıkıntı avcısı gibi
Ve bir gün anlarlar ki, bir güc değildir artık yalnızlık
Ve bunu anlayınca, işte o zaman Lusin
Aşıvermek isterler bu zamanla durumu
Koşarlar, koşarlar, tam sınıra gelince
Sanki o tel örgülere yapışmış gibi
Bir duman oluverirler ya da kaskatı
Bir kömür parçası, bir ceset..
Nedir bu durumda insanın anlamı?

LUSİN
Aşmalı bu durumu Stepan.

STEPAN
Duymuyorum ben acılarımı. Ve yitirdim çoktan
Yitirdim bütün karşıtlıkları. Ne umut
Ne umutsuzluk, ne hiçbir şey
Kurtaramaz varlığımı benim. Ve yoğun bir anlamsızlığın içinde
Sanki renksiz, boyutsuz
Ve göksüz, zamansız bir evrende
Tek çıkar yol yaşamaksa Lusin
Yaşıyorum ben de kaygısız
Değişmez bir anlamsızlığı böylece.

LUSİN
Yani bir çıkmazı sürdürüyorsun kısaca
Bu yitiriş kendini, bu çöküş
Sanki bir üstünlük duygusu veriyor sana

STEPAN
Bense bir yalnızlık tarihini örüyorum ustaca. Ve gelecekteki
Bir önseziyi kuruyorum şimdiden.

LUSİN
Asıl iş bir sonuca varmakta.

STEPAN
Varabilir misin?

LUSİN
Öyleyse çok uzun bir yol bu doğrusu.

STEPAN
Bir konyak daha içer misin?

LUSİN
Ayrılalım Stepan, belki biz anlaşıyoruz ama
İlkemiz ayrı yaşamak
Ve ne varsa işte bu ayrılıkta.

STEPAN
Adım Stepan, Lusin. Yani ben
Bir satranç oyuncusu olamam

LUSİN
Elini ver Stepan, ne de olsa bir anlaşmadır bu
Belki de bir anlaşmadır.




IV

(Bir insan yaşanmamışlığı bulunca
Onu artık hiç kimse anlatamaz
Kalır sonsuz gücünün buyruğunda
Ve bütün kesinliklerin üstünde, yalnız
Dolaşır bir ateşböceği gibi kendi aydınlığında).


--------------------------------------------------------------------------------
Tragedyalar IV, Edip Cansever (Şiir - Kısmi)

aşk şiiri/ hasan hüseyin KORKMAZGİL


Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin
Çünkü ask şiirden önce gelir sende
Oysa şiir önünde gitmelidir her şeyin

Sen aşk siiri yazamazsın Hasan Hüseyin
Çünkü ask
Kavganın içindedir
Çünkü sen
İçindesin kavganın

Elmayı kokusundan
Güvercini biçiminden soyutlamaktır
Yaşamak denilen kavgayı aşksız düşünmek

Sen aşk siiri yazamazsın Hasan Hüseyin
Çünkü sen
Gagasından tutup kuşu
Öt kuşum öt kuşum demiyorsun
Çünkü sen
Yedirip çiçekleri ineğe
Koklayıp gerisini ineğin
Kok çiçeğim kok çiçeğim demiyorsun

Öpüşmek baska şeydir yiğidim
Öpüşmeyi düsünmek baska
Sevişmek baska şeydir güzelim
Sevişmeyi düşünmek başka

Sende yaprak -iki gözüm-
Sende yıldız -yürek sızım-
Sende su
Sende bu dört boyutlu kaçma tutkusu
atlıkarıncadan geceleyin
Bakmaktır lunaparka

Sen ask siiri yazamazın Hasan Hüseyin
Çünkü sen ilkyaz yağmurlarında çırılçıplak
Dolaşır gibi sıcak morlarda
İçer gibi morları
Düşer gibi morlara
Yaşarsın aşkı iliklerinde

Çünkü sen iki düşman ucun bileşkesisin
Acısısın kavuşmanın
Ayrılmanın sevincisin
Sen aşk siiri yazamazsın Hasan Hüseyin

Çünkü aşkın kendisidir şiirin
Oysa sen
Oysa aşk
Oysa sen
Sen
Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin

Hasan Hüseyin Korkmazgil